23.5.14

Tasavvufun dinde yeri var mıdır? Muhammed bin Salih el-Useymin

Tasavvufun dinde yeri var mıdır? 
Muhammed bin Salih el-Useymin


Soru: En yalın haliyle, tasavvuf hakkında dînin kavli nedir? Tasavvufu nasıl anlamalıyız? Tasavvuf, Allah'ın kullarına helal kıldığı şeyleri terk etmeksizin dünyada zühd içerisinde olmak;  amelin ve niyetin Allahu teâlâ'ya halis kılınması; Allah'ı çokça zikretmek, O (celle celaluhu)'ya istiğfar etmek ve hamd etmek; aynı zamanda dîne ve tasavvufa bulaşan hurafeleri, bid'atları ve insanı küfre götüren şeyleri (bunlardan Allah'a sığınırız) yok etmek olarak temsil ediliyor.

Cevap:
"Bu, uzun ve karmaşık bir sorudur. Bu sorunun içinde sınıflandırılması gereken hususlar vardır. Onları işiten ilim sahibleri, tasavvufu zemmederler; tasavvufçuların, Ehli Sünnet ve'l-Cemaat'ın dışında bir yolu, hak bir yolmuş gibi isbat etmeyi murad ettiklerini açıklarlar. Şüphesiz ki tasavvufçuların bu tutumu zemmedilmiştir.

Tüm Müslümanlara vacip olan, hem akîdede, hem uzuvlarla işlenen zahir amellerde tek bir taife olmalarıdır. O taife de Selefi salihin, Ehli Sünnet ve'l-Cemaat'ın taifesidir. 

Belirli bir tarikat ihdas edip de “ümmetin tarikatı işte budur!” demek, kesinlikle zemmedilecek bir husustur. Çünkü, Allah Resûlü (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetine muhalif olan her bir yol ve her bir yöntem, ne olursa olsun bâtıldır. Bu taifenin (tasavvufçuların) ihdas ettiği amellere gelince; bu amellere bakılır, eğer Allah Resûlu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in getirdiğine muvafık ise, bu ameller haktır fakat “bunlar sufilerin tarikatıdır” veya “bu amelleri sufiler ortaya koymuştur” veya “bu amelleri sufiler tanzim etmiştir” veya benzeri bir söz söylemek yakışık almaz. 

Bilakis, “bu ameller, Resûl (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in sünnetidir ve aynıyla bu taifeye (sufilere) nisbet edilemez” demek gerekir. Bu şekilde söylenilince, artık zemmi gerektiren sıfata mensup olmaktan düşülür. Dünyada zühd içerisinde olmakla ilgili konuya gelince; şüphesiz ki, Allah azze ve celle'nin helal kıldığı şeyleri terk etmeyi içermeyen veya Ahiret'te fayda verecek şeyleri terk etmeyi içermeyen dünyadaki zühd övülmüştür. İnsana yakışan, dünyanın kendisi için Ahirete bir vesile olmasıdır. Yoksa kişinin tüm arzu ve gayretinin dünyevî olması değildir. İnsan yalnızca dünyayı murad ederse, hem dünyayı hem de Ahireti kaybedebilir. Çünkü Allahu teâlâ şöyle buyuruyor:  

"Kim aceleyi (dünya hayatını) istiyorsa, istediğimize dilediğimizi orada ona acele veririz. Sonra onu cehennem'e koyarız; zemmedilmiş, kovulmuş olarak ona yaslanır. Ve kim âhireti dilerse ve onun için sa'y ile sa'yederse ve o mü'mindir, işte bunların sa'yları meşkûr olur."
(İsra Sûresi, 18. ve 19. âyet)

Tasavvuf ehlinin ihdas ettiği zikirlere ve virdlere gelince; şüphe yok ki bunların, keyfiyeti ile veya vakti ile veya adedi ile ya da sebebi ile şeriata muhalif olanları bidattır ve sahibi inkâr edilir. Çünkü, içinde Allah Resûlu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'in yapmadığı şeyler uydurulan bir ibadet, ibadet olamaz.

Bir ibadet içinde bid'at oldukça ibadet olamaz. Bir ibadetin, ibadet adını alabilmesi için Allah Resûlu (sallAllahu aleyhi ve sellem)'den mervî olması gerekir.

(Bir amelin, ibadet sayılabilmesi için hakkında) sebebi, cinsi, türü, biçimi, zamanı, mekânı, ölçüsü gibi hususlar hakkında şer'î bir delîlin kaim olması gerekir. Bu hususlara dair bir delil yoksa, şüphesiz ki o (amel) bid'at olur, veya içinde bid'at mevcut olur ya da sünnetten uzaklaştığı oranda bid'atımsı olur." 
 Muhammed bin Salih el-Useymin(rahimehUllah)
("Ne Zaman Sünnet Ehlisin?" isimli yayınladığımız kitaptan)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder